NÂ'İLÎ
Nâ’ilî, (.. - 1666) XVII. yüzyılın ilk yarısında yaşıyan, şöhretininin zirvesine Sultan İbrahim zamanında erişen, ünlü bir Türk divan şairidir.
Asıl adı Mustafa olup ve en geniş surette Pirizade Mustafa Naili Çelebi olarak da anılmaktadır. Türk edebiyat tarihi ve edebî eser antalojilerinde ise 19. yüzyılda yaşamış ve yine Naili mahlasını kullanan Manastır'lı Naili den ayırd edilebilmek için 'kadim (eski)' sıfatı kullanılmakta ve ismi Nail-i Kadim olarak verilmektedir.
Hayatı
Doğum tarihi bilinmemektedir ama İstanbul doğumludur. Hayatı hakkındaki bilgilerimiz diğer Türk divan şairlerine nazaran çok sınırlıdır. Görünüşü ufak tefek ve zayıf bünyeli bir kişi olduğu söylenmektedir. Anne ve babasını delikanlılık çağına yaklaştığı sıralarda kaybetmiştir. Devlet memuru olarak Divan-i Hümayûn katibi ve maden baş halifesi olarak ödev yapmış olduğu bilinmektedir. Ömrünün sonuna doğru, Köprülüzade Fazıl Ahmed Paşa'nın sadrazamlığı döneminde Edirne'ye sürgüne gönderilmiştir. Edirne'de hazirladığı Naat eseri sırasında 55 yaşında olduğu bilinmektedir. Sonradan bağışlanarak İstanbul'a dönmüştür. Miladî 1666 (hicri 1077) de İstanbul'da ölmüştür.
XVII. asrın en büyük şairlerinden olan Nâ’ilî, ister kendine özgü şiir üslubu, isterse de ince, zarif ve süslü şiir diliyle zamanındaki şairlerden ayrılır. Sebk-i Hindî üslubuyla şiirler veren şair, hemen hemen bu tarzın özelliklerini yansıtmış ve bu nedenle de bu üslubun en belirgin temsilcisi olarak anılmaktadır. Bazen kendisinden önceki şairlerin etkisinde kaldığı görülürse de, sonraki şairleri etkilediği de bilinmektedir. Genellikle gazelleriyle ün kazandığını söyleyebiliriz. Fakat gazellerinin yanı sıra meşhur kaside, müseddes ve diğer şiir türleriyle söylemiş olduğu şiirlerden de söz etmemiz mümkündür. Nâ’ilî, Türk edebiyatında adı büyük şairlerle birlikte zikredilen bir sanatkârdır.
Araştırmacılar, Nâ’ilî’den söz edildiği zaman onun şiirde yeni bir çığır açtığını, daha önce görülmeyen bir üslup kullandığını söylemektedirler. Bu şiir üslubu XVII. asır şairlerinin hemen hemen hepsinde görülmekte olan, kendisinde genellikle bu dönem şiirinde görülen incelik ve nezaket, anlam derinliği, hayal genişliği ihtiva eden Sebk-i Hindî üslubudur. Nâ’ilî de, devrinin şairleri gibi bu üslubun tüm özelliklerini şiirinde aksettirmiştir. Çalışmamızda da onun şiirlerinden örneklerle bu üslubun esas özelliklerini açıklamak fikrindeyiz. Nâ’ilî’nin, ölümünden sekiz-on yıl önce kendisinin tertiplemiş olduğu bir divanı vardır. Hayatı hakkında az çok bilgi de genel olarak şiirlerinden çıkarılmış bilgilerdir. Nâ’ilî Divanı 1837 (1253) yılında Mısır’da Bulak matbaasında basılmıştır. Fakat bu baskıda divanın tamamı yoktur. Kasideler, rubai ve kıt’alar, tarihler, şarkılar ve kardeşinin ölümüne yazmış olduğu mersiye yoktur; yalnız gazeller ve müseddesler alınmıştır. Ve de gazelleri de eksiktir. Divanının ikinci baskısı Milli Eğitim Bakanlığı tarafından Dr. Haluk İpekten’in hazırlığıyla yapılmıştır. 31 yazma arasından seçilen sekiz nüshanın karşılaştırılması sonucu hazırlanan bu baskıda 4413 beyit tutan 2 münacat, 1 terkib bend, 4 müseddes, 1 tahmis, 390 gazel, 1 müstezad, 18 kıt’a, 8 rubai, 11 şarkı ve 6 tarih vardır. Divanın başındaki dini şiirler ve övgüler, birkaçı dışında kaside nazım şekliyle yazılmıştır. Nâ’ilî, Sultan IV. Murad’a 4, Sadrâzam Kemân-keş Kara Mustafa Paşa, Hezârpâre Ahmed Paşa, Sultanzâde Mehmet Paşa, Sofu Mehmet paşalara birer, Salih Paşa’ya 3, Fâzıl Ahmet Paşa’ya 2, Şeyhülislam Yahya Efendi ve Mehmet Emin Sûn’îzâde ile İsmâil Paşa, Yusuf Paşa, Mehmet Paşa, Rûznameci İbrahim Efendi, Reisülküttab Şâmizade Mehmet Efendi’ye birer kaside söylemiştir. Gazelleri genellikle beş beyitlidir. 390 gazelin 245’i beş, 60 gazel altı ve 51 gazel de daha çok beyitlidir . Divandaki terci bend şeklinde yazılmış meşhur bir mersiye vardır ki, o da genç yaşta ölen erkek kardeşi içindir. Nâ’ilî, ilahi nazım şekliyle de şiirler yazmıştır. Aynı zamanda Nâkibüleşraf Kutsîzâde Efendi, Şeyhülislam Yahya Efendi ve Nef’î için gazellerinin mahlas beytinden sonra birkaç beyit eklemek suretiyle müzeyyel gazeller yazmıştır. Türk edebiyatında ilk kez şarkı yazan şair de Nâ’ilî’dir. Divanında yukarıda da söylenildiği gibi 11 şarkısı vardır. Genel olarak ağır ve ağdalı şiir diliyle seçilen Nâ’ilî, şarkılarında sade bir Türkçe kullanmıştır. Nâ’ilî divanı, 1970’de İstanbul’da, 1990’da Ankara’da yine de Haluk İpekten tarafından hazırlanarak tekrar basılmıştır. Buraya kadar söylenilenler Nâ’ilî’nin divanı ve işlemiş olduğu nazım türleri, dolayısıyla Nâ’ilî şiirinin tekniği hakkındaydı. Şimdi de onun şiir dili, konusu ve üslubu hakkında birkaç kelime söylemek niyetindeyiz. Nâ’ilî, Divan şiirimizde Fuzûli, Bâki, Nef’i gibi büyük şairlerle sona eren İran şiirini taklit devresinden sonra başlayan millileşme-mahallileşme, İran şiiri ile boy ölçüşme devrinin şairlerindendir. Nâ’ilî’nin bir şair olarak yetişmesinde birçok şairin etkisi olmuştur. Kasidelerindeki övünme ve mübalağalı edasıyla Nef’i tesiri açıkça görülmektedir. Çağdaşlarından Bahâi, Neşâti, İsmeti gibi şairlerden etkilendiği söylenebilir. Fakat bunların yanı sıra İran şairi Kelîm-i Kâşâni’den de etkilendiği olmuştur. Aynı zamanda Nâ’ilî’nin de ister kendi zamanında, isterse de sonraları etkisi altında kalmış, hatta taklidini bile yapan şairler olmuştur. Zamanında Cevri, Vecdi, Fehim-i Kadim, Fasih gibi şairler tarafından taklit edildiği gibi, daha sonraki yüzyılda Nedim ve Şeyh Galip üzerinde de tesirleri vardır. Nedim’de bu, Nâ’ilî’ye nazire olan şarkılarında üslup ve eda benzerliği ile ortaya çıkar. Şeyh Galip ise bu tesirlerin sonucu olarak Sebk-i Hindî’yi mükemmel bir şekle getirir. Tanzimat’tan sonra Leskofçalı Galip, Hersekli Arif Hikmet, Yenişehirli Avni Nâ’ilî’yi üstat kabul etmişlerdir. O dönemde Yahya Kemal ve başkaları tarafından başlatmak istenilen neo-klasisizm akımının da temelinde Nâ’ilî durmaktadır. Nâ’ilî’nin kasidelerinde Nef’i tesiri varsa da, bu kasideler dili ile onlardan seçilmektedir. Nâ’ilî’nin üslubu onun gibi yüksek perdeden ve pervasızca değil, ince ve zariftir. Nâ’ilî, Yahya Kemal’in Fransız şiirinden aktardığı “halis şiir”, “öz şiir” (poesie pure) kavramında ifade edildiği gibi musikiyi andıran ahenk cümle ve mısraların peşindedir. Sözün kısa ve net söylenilmesi, dolayısıyla az sözle çok şey ifade etmek çabası her zaman ön planda olmuştur. Ondan dolayıdır ki, Nâ’ilî gazellerinde beyit sayısı az ve aynı zamanda beytin anlamı oldukça dolgundur. Beyitler arasındaki sadece gizli ve manevi bağ, Nâ’ilî’nin tek kelimenin arkasında gizlenmiş olan bir hikâye anlatmak gücünden ortaya çıkmıştır. Onda sözün kısa ve dolgun olmasına olan merak, Sebk-i Hindî tesirinden de oluşan yeni zincirleme tamlamaların, yeni kelimelerin meydana gelmesine neden olmuştur. Buysa onun şiirlerinin bazen okuyucu tarafından zor anlaşılmasına ve hatta beytin anlamının yalnız şairin kendine belli olduğuna inanç yaratmıştır. Dili ağır, ağdalı olmakla yanı sıra süslü ve bediidir, diyebiliriz. Bu, Nâ’ilî’nin sanatkârlığını gösterir. Çünkü söz sanatkârının ortaya çıkardığı şiirde zahirde bir, batinde diğer bir mananın olması, onun nasıl büyük bir sanatkâr olduğunu ispatlar. Nâ’ilî, kendisine kadar klişeleşmiş mazmunları terk ederek yeni mazmunlar bulmaya çalışmıştır. Sadece ince ve girift hayallerle gelişen mana oyunlarını sever. Bundan dolayıdır ki, Nâ’ilî şiirinde orijinal ifade tarzı ortaya çıkar. Gerek ahenk, gerekse söz güzelliği bakımından Nâ’ilî, başkalarından seçilir. Her kelimesini titizlikle seçen, tartılı, ölçülü, tek kelimeyle ifade etmiş olursak, yerli yerinde kullanan bir sanatkârdır. Onun dili ve üslubunda bir eksiklik veya fazlalık kolay kolay bulunamaz. Ve belki de bu özelliğinin sonucudur ki, Nâ’ilî şiirleri, bugünlere kadar hafızalarda korunmaktadır. Diğer bir Sebk-i Hindî özelliği olan şiirde sözden çok anlam derinliğine ehemmiyet verme Nâ’ilî’de fazla görülmektedir. Az sözle çok şey ifade etmek çabası da bundandır. Bu şiirlerde anlamın derin, girift olmasıyla yanı sıra hayal genişliği de ortadadır. Aynı zamanda üslubun özelliklerinden mübalağa ve tezat sanatlarının da bol bol kullanılması vardır. Ve tüm bunlar ağır dilli şiirlerin ortaya çıkmasına neden sayılmaktadır. Nâ’ilî şiirlerinde “ben” zamirini bazen dolayısıyla, bazen de dosdoğru kullanmıştır. Ayrıca kasidelerindeki nesiplerin çoğu da fahriyedir. Bazen konu aralarında kendisinden bile söz edildiği görülebilir. Bütün bu hususiyetler, şiirde ferdi duygu ve düşüncelerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Şiir artık şairin his ve isteğine bağlı olarak şekillenmeğe doğru ilerlemiştir. Bu da şiirde “şahsileşme”yi oluşturmuştur. Demek ki, günümüzde ortaya çıkan yeni akımların da temelinde insanın iç dünyasının, psikolojisinin, kendi düşünce ve zekâsının, his ve heyecanının şiire yansıtılmasıyla Sebk-i Hindî vardır. İnsanın iç dünyasının ortaya çıkarılması sonucu onun ruhunun ızdırapları dile getirilmiştir. Dolayısıyla ızdırap, şiirin esas konusu haline gelmiştir. Fakat bu, Nâ’ilî’de sadece temsil ettiği üslubun talebi olarak ortaya çıkmaz. Bu özellik, şaire kendisinin yakınmalarını söylemek için bir fırsat olmuştur. Zayıf ve hastalıklı bünyeye sahip olması, mesleğinde kalem Halifeliğinden ileri gidememesi, üstelik ömrünün sonlarına doğru İstanbul’dan uzaklaştırılması gibi nedenlerle yaşamış olduğu keder ve ızdıraplar dosdoğru şiire yansımış ve üslup gereği mükemmel bir şekilde ifade edilmiştir. Iztırap söz konusu olunca da söz sanatlarından mübalağa ortaya çıkmış ve bütün Sebk-i Hindî temsilcileri gibi Nâ’ilî de bu sanatdan aşırı derecede istifade etmiştir. Hatta beytin bazen anlaşılmaz duruma geldiği de görülür. Bu fikirleri kullanmış olduğu tezat sanatı hakkında da söyleyebiliriz. Yukarıda söylenenlerin yanı sıra Nâ’ilî şiirinde esas konu aşktır. Bu aşk tasavvufidir. Yani, Sebk-i Hindî üslubunun ayrıca bir özelliği olan tasavvufun şiir konusu olması Nâ’ilî’de de açık açık görülmektedir. Fakat bu şiirlerde tasavvuf gerçek bir mutasavvıfın ele aldığı tasavvuf değil, yalnız güzel, vazgeçilmez şiir konusu olarak ele alınan tasavvuftur. Nâ’ilî’nin gazellerini okuduğumuz zaman, onun gerçek bir mutasavvıf olamadığından zaman zaman yakınmalarını dile getirmekle umutsuzluğa kapıldığını görebiliyoruz. Nâ’ilî, tasavvufu yalnız gazellerinde ve müseddeslerinde ele alır. Nâ’ilî’nin edebi kişiliğini birkaç cümleyle ifade etmek istersek, şunları söyleyebiliriz: Nâ’ilî’nin şiiri, yeni kavramların, zincirleme tamlamaların kullanılmasıyla orijinal, renkli ve ince hayallerle zengindir. Nâ’ilî, soyut kavramlarla somut kavramların birleştirilmesi, hiç söylenmemiş, bakir mana arayışı, dil zenginliği, mübalağanın fazla kullanılması, hayal genişliği, anlam derinliği, az sözle çok şey ifade etme çabası gibi özelliklerle Sebk-i Hindî üslubunun en önemli temsilcisidir.
Edebî Kişiliği
Yaşadığı devrin padişahı olan Sultan İbrahim'den çok, sadrazam ve devrin diğer önemli devlet adamlarina kasideler yazmıştır. Ancak kendisine şöhret sağlayan eserleri gazel türünde verdiği başarılı örneklerdir.
Nâilî'nin Halvetî tarikatina girdiği hakkında deliller bulunmaktadır. Buna rağmen Nailî'nin şiirlerinde tasavvufun etkisi pek az görülür ve rahatça Nailî'nin mutasavvıf bir şair olmadığı yargısına varmak doğru olacaktır.
Nâili'nin eserlerinde etkisi görülen şairler, çağdaşı olan Nefî ile Neşatî başta olmak üzere Şeyhülislam Yahya, Şeyhülislam Bahâî, Tıflî, Vecdî gibi şairlerdir. Nâilî'yi etkileyen yabancı şair ise İranlı Şevket'tir.
Ancak Nâilî'yi bir taklitçi olarak incelemek yanlış olacaktır. Onu yeni çığır açmış, yeni yollarda ifadeler bulmuş büyük şairler arasında anmak gerekmektedir. İranlıların Sebk-i Hindî adını verdikleri şiir tarzının ve akımının Türk edebiyatinda en başarılı temsilcisidir. Bu gerçek onun hem tümü ile Farsi dili ile yazılan edebiyatı (yani bugünkü İran, Afganistan, Pakistan ve Hindistan'daki Acemce) ve hem de özellikle zamanının İran şiirini çok yakından bilip incelediğini göstermektedir.
Son nesillerin görüşlerine göre, Nâilî'nin biraz ifrata kaçtığı ve ifadesinin anlaşılmaz şekiller aldığını söylemek gerekecektir. Ama Nâilî'nin zamanının şair ve şiirlerine göre topluma dönük bir şair olduğu açıkca görülmektedir. Ancak seçtiği akım (Sebk-i Hindî) ve bir devlet memuru olarak hayat yaşantısı böyle şiirleri başarılı olarak yazmasına engel olmuştur denilebilir. Ancak eski nesiller Nâilî'nin uslubunu 'ortayı bulma (münakkahiyet)', yani bir fikrin en uygun sözlerle ve gereksiz sözcüklerden arındırılarak, özlü ve ahenkli ifade edilmesi, nedeni ile beğenip takdir etmişlerdir. Gerçekten Nâilî'nin uslubu ince, temiz ve güçlüdür ve orijinal, ince, zarif hayallerle süslüdur. Sözü uzatmayıp özlü ve veciz bir ifade kullanmaya dikkat eder. Örneğin, gazellerini genellikle 5, 6 beyitte kesmiş, sanat düşkünlüğü dolayısı ile uzun ifadelere girişmemiştir. Şiirlerinin ahengi de beğenilmiştir. Buna rağmen, Muallim Naci'nin dediği gibi, "sözü güzel, fakat külfetli" olan Nâilî halk zevkinden ve halk dilinden çok uzakta kalmıştır.
Nâilî soyutlamaları ve ahenkli veciz ifadeleri ile kendisinden sonra gelen Divan şiiri ustaları olan Nedim ve Şeyh Galibe büyük etkiler yapmıştır.
Başlıca eseri
Başlıca eseri Nâil-î Kadim Divanı'dır. Bu eserin yeni Türkçe yazılı ve açıklamalı kritik edisyonu Dr. Haluk İpektan tarafından yayımlanmıştır. Nâili'nin hayatı ve edebî kişiliği de Dr.Haluk İpektan tarafından yazılan "Nail-i Kadim: Hayatı ve Edebî Kişiliği" adlı kitapta incelenmektedir.
Eserlerinden örnek
Bir gazel - 'giderüz' redifli
Hevâ-yi aşka uyub kûy-i yara dek giderüz
Nesîm-i subha refikiz bahâra dek giderüz
Pelâs-pâre-i rindî be-dûş u kâse be-kef
Zekât-ı mey verilür bir diyâra dek giderüz
Tarîk- fâkada hem-kefş olub Senaî'ye
Cenâb-ı Külhani-i Lây-hâra dek giderüz
Verüb tezelzül-i Mansur'u sâk-ı arşa tamam
Hudâ Hudâ diyerek pâ-yı dâra dek giderüz
Ederse kand-ı lebün hâtır-ı mezâka hutûr
Diyâr-ı Mısr'a değil Kandehâr'a dek giderüz
Felek girerse kef-i Nâiliye dâmânun
Senünle mahkeme-i Kirdigâr'a dek giderüz
Bir kasideden
Mecrûh idik Allah bilür tir-i cefâdan
Bin güşe görürdük ham-i ebrû-yı Kazâdan
Sâzin yere çalmışdı görüp meclisi hâli
Nâhid-i felek zemzeme-i gûş-resâdan
http://tr.wikipedia.org/wiki/Naili
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder